Tunceli Kanunu kapsamında 72 kişi tutuklanmıştır. 15 Kasım 1937'in ilk saatlerinde, gecenin karanlığında, araba farları ışığında düzmece bir mahkeme kurulur. Tutukluların yakınları yoktur, avukatları yoktur, düzmece mahkemenin vereceği kararı temyiz edecekleri bir üst mahkeme yoktur, Türklerin mahkemesinde yargılanan Kürtler için tek bir tercüman yoktur. Mahkemenin idam kelimesini kullanmadan verdiği ölüm kararını anlayamadan asılanların olduğu, çağın en büyük hukuksuzluklarından biri yaşanır. İdam Cezasını uygulamakla görevlendirilen Malatya Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil hatıratında o geceye dair şunları söyler; “Diğer tutuklular Türkçe bilmediği için idam kararını anlayamadılar. Seyit Rıza’yı arabaya aldık. İkimizin ortasındaydı. Gülümseyerek ‘Beni asmak için Ankaradan seni mi gönderdiler?’ dedi. Ürperdim! Hayatımda ilk defa idam edilecek biri ile yüz yüze geliyordum!”. Görüşmeye çağırma bahanesiyle tuzağa düşürülen, kendi ayağıyla gelmesine rağmen tutuklanan, düzmece bir mahkemenin verdiği kararla haksız hukuksuz biçimde idam edilen büyüklerimizin RUHLARI ŞAD OLSUN. Mertliklerinin kurbanı oldular. Ölüme giderken bile diz çökmediler.
İdama götürülmeden önce Pir Seyit Rıza'nın fotoğrafları çekilir. Başındaki geleneksel başlık çıkartılıp yerine mevcut zihniyet tarafından medeniyet sembolü olarak görülen fötr şapka geçirilir. Öldürürken şeklen medeni öldüren hakim gücün elinde dedemiz böyle ziyan edilir.
'Evladı Kerbelayıh. Bı hatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir'
Sözü yine Malatya Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil'in hatıratında aktardığı şu ifadelerle bitirelim: "(...) Seyit Rıza'yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti. 'Evladı Kerbelayıh. Bı hatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir' dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam ra-rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazını gerçekleştirdi."