Anayasal eşitliğin olmadığı kurumsal yapılanmalar

Yapay zeka destekli sahtekarlıkları kurumsal boyuta taşıyan bir iç düşmanla savaşıyoruz. Örgütlüler. Cemaat/hemşerilik/siyasi parti networklerinde suçu  küçük parçalara bölerek dağıtıyorlar. Yapılan işin ne hukuku ne ahlaki değeri sorgulanıyor. Herkes sadece elde edeceği kazancın hesabına bakıyor. Eylem ve söylemlerinden zerrece sorumluluk duymayan malum yağmacı, gaspçı, iftiracı zihniyet, bizler gibi "ötekileştirilen" kimliklerin sırtına basarak yükseliyor. Tek yapmaları gereken şey içimizdeki zayıf karakterli bir-iki kişiyi kandırıp kullanmak. Bunu örtük bir devlet geleneği halinde sürdürüyorlar. 

via alismetamorphosis@gmail.com

Aralık 1997, Ankara Garı...

İnsanlar - annemde olduğu gibi - doğru ile yanlışı ayırt edemeyebilirler. Kurumlar bu yüzden vardır. Eğer kurumlar da insanlar gibi hataya düşen subjektif yapılara dönüşürse, toplumda telafisi imkansız hasarlar oluşur ve bunun altından kalkılamaz.

ODTÜ'de öğrenciyken bir trafik kazası geçirdim. Karşı taraf emniyetteki güç ilişkilerini kullanarak üzerinde oynadıkları kaza raporuyla ve yargıdaki bağlantılarıyla beni suçlu gösterdiler. Arabanın çarpmasıyla bacağım altı yerden kırılmıştı. İsviçre Sigorta'dan aracın ön kaportasına zarar verdiğim gerekçesiyle bana ceza gelmişti. Arkadaşlarım arabayla çarpan tarafın haksızlıklarına sessiz kalmayıp ODTÜ rektörünün avukatıyla görüşmüşlerdi. Böylelikle haklı ve mağdurken beni haksız gösterenlere karşı güçlü bir savunma yapılmıştı. Mahkeme karşı tarafın kusurlu olduğuna karar verdi.  

O günlere dair unutamadığım iki olay vardır. İlki, bana çarpan kızın babasının hastaneye gelerek "para talep etmeyeceğim" yazan bir kağıdı imzalatmak istemesiydi. Kendimi hiç o kadar aşağılanmış hissetmemiştim. Anlam da verememiştim. Diğeri trafik kazasının ilk dava duruşmasında yaşanmıştı. Kazanın nasıl gerçekleştiğini soran Hakim, lafımı bitirmemi bile beklemeden aşağılayıcı bir el hareketiyle "beş kuruş kopartamazsın" dediğinde şaşkınlıktan ve öfkeden kan beynime sıçramıştı. Yirmi beş yıllık olay. Annemin bu adamlardan para alacağı ve beni yerin dibine sokacağı aklımın ucundan geçmezdi. Aile işte, insanı rezil de eder vezir de... Benzer olayları yıllar sonra eski eşimle avukat karısının başlattığı dava bombardımanlarında yaşadım. Anadolu 11.Aile'de ve 14. Asliye Ceza'nın karar duruşmasında Hakimlerin izaha muhtaç aşağılayıcı tavırlarıyla karşılaştım. 

Eski eşim Fatih Kemal Altaylı ve ona akıl hocalığı yapan TMSF Yozgat kontenjanından avukat eşi Nagihan Gür Altaylı, tıpkı yıllar evvelki trafik kazasında bana çarpan tarafın yaptığı gibi, önce birinci dereceden yakınlarımın zaafiyetini kullandılar, ardından da Emniyet ve Yargıdaki güç ilişkileriyle mahkemeleri manipule ettiler.

Devreye koydukları paramiliter çeteler, tezgahı sağlam yere kurmuşlar. Yaptıkları istihbaratarla kimin ne zaafı var biliyorlar. Kronikleşmiş davranış sorunları olan annemi aleyhimde kullandılar. Annem, onurum ve evladım için verdiğim uzun soluklu mücadeleme gölge düşürdü. Bütün ailemi çamura yatırmaya çalışan bir düşmanlık örneği sergilendi.

Ekstra Not: Her iki dava sürecinde de babam yoktu. İlkinde cezaevindeydi. İkincisinde ise hayatta değildi. Babam birleştiriciydi, annem ayrıştırıcı. Ailemizi babamın sevgisi ayakta tutuyordu. Babam gitti aile bitti. Bizim ailenin dramı da budur.

"Adalet" önce aileden gelir. Yoksa, üst yapılar müdahale etmelidir.





Bu blogdaki popüler yayınlar

Henüz 13 Yaşındaki Berfin Demir'in İntiharı Araştırılsın!

Kürt Ulusal Marşı "Ey Reqîp"

Etnik ve mezhepsel faşizme sırtını yaslayanların bizlere verdiği mesaj