25 Ocak 1991: Kürtçe yasağı resmen kalktı, fakat Kürtçe hâlâ yasak, hâlâ "anlaşılamayan bir dil"...
Kürtçenin "yasak" bir dil olması, cumhuriyet tarihiyle birlikte başlayan bir süreç. Osmanlı İmparatorluğu'nda "Kürt" ve "Kürdistan" kavramları resmen kullanılıyordu; Kürt dili üzerinde yasak olmadığı gibi, II. Meşrutiyet döneminde çok sayıda Kürtçe yayın vardı. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Kürtler ve Kürtçe inkâr edilmeye başlandı; 1980'e kadar resmen yasak konmasa bile Kürtçe konuşmanın bedeli hapis ve ölüm oldu.
Mustafa Kemal, Ocak 1923'te İzmit'te yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: "Kürt meselesi, bizim yani Türklerin menfaatine olarak da kesinlikle söz konusu olamaz. Çünkü bildiğiniz gibi bizim milli sınırlarımız içinde bulunan Kürt unsurlar öylesine yerleşmişlerdir ki pek sınırlı yerlerde yoğun durumdadırlar. Fakat yoğunluklarını kaybede ede ve Türk unsurların içine gire gire öyle bir sınır oluşmuştur ki Kürtlük adına bir sınır çizmek istesek, Türklüğü ve Türkiye'yi mahvetmek gerekir. Sözgelişi, Erzurum'a kadar giden, Erzincan'a, Sivas'a kadar giden, Harput'a kadar giden bir sınır aramak gerekir. Ve hatta, Konya çöllerindeki Kürt aşiretlerini de gözden uzak tutmamak gerekir. Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük tasavvur etmektense, bizim anayasa gereğince zaten bir tür yerel özerklikler oluşacaktır. O halde hangi ilin halkı Kürt ise onlar kendi kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir. Bundan başka Türkiye'nin halkı söz konusu olurken, onları da birlikte ifade etmek gerekir. İfade olunmadıkları zaman, bundan kendilerine ait mesele çıkarmaları daima beklenir. Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi, hem Kürtlerin ve hem de Türklerin yetkili vekillerinden oluşur ve bu iki unsur bütün menfaatlerini ve kaderlerini birleştirmiştir. Yani onlar bilirler ki bu ortak bir şeydir. Ayrı bir sınır çizmeye kalkışmak olmaz."
1923 yılının Kemalistler Lozan'da emperyalistlerle oturdukları masadan, dörde bölünmüş bir Kürdistan'ın bir parçasına sahip olarak kalktılar. Kürdistan'ın diğer kısımları Fransa'nın ve İngiltere'nin işgalinde olduğu için, Kemalistler Kürtler üzerinde emperyalistlerden aldıkları destek ve güçle büyük bir baskı uygulamaya başladılar. Kuruluş aşamasında, Mustafa Kemal'in yukarıdaki konuşmasında verdiği türden özerklik vaatleri bir anda unutuldu, büyük bir sindirme ve asimilasyon politikası başlatıldı, buna direnmeye çalışan Kürtler 1925-1939 arasında katliama tabi tutuldular. On binlerce insan, sadece Kürt oldukları ve en doğal haklarını talep ettikleri için öldürüldü.
Tek ulus, tek dil yaratma gayreti içinde olan Kemalistler Kürt dilini ve kültürünü fiilen yasaklamışlardı. Oysa bu yasağın maddi hiçbir dayanağı yoktu; Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş zeminini oluşturan Lozan Anlaşması, aksine 39. Maddesi'nde tüm TC yurttaşlarının dil haklarına güvence getiriyor, anadilin basın-yayın alanı dahil, özel yaşamda serbestçe kullanılmasına hiçbir engel konamayacağını belirtiyordu. Türkiye devleti ise Lozan Anlaşması'nın göz göre göre çiğnedi; Kürtçe yayın yapmak veya mahkeme karşısında kendisini Kürtçe savunmak bir yana dursun, Kürtçe bir kitap veya dergi bulundurmak bile insanları ölüme götürür oldu.
1958 yılında ilk defa Musa Anter Diyarbakır'da çıkan İleri Yurt gazetesinde Kürtçe bir halk şarkısı yayınlayınca kıyamet koptu. Memleket bölünüyor, parçalanıyor çığlıkları arasında savcılar göreve çağrıldı. Ancak yasalarda Kürtçe yayın yapmayı engelleyen bir şey yoktu. Kürtler canları pahasına Kürtçe yayın yapmaya devam ettiler. Bunlardan biri de 1977 yılında yayın hayatına başlayan Roja Welat gazetesiydi. Gazeteyi çıkarmak için Ankara valiliğine başvuranlar, polislerin ağır tehdit ve hakaretlerine maruz kaldılar. Yılmadan gazeteyi çıkardılar, ancak bu kez de sıkıyönetim tarafından kapatıldılar.
12 Eylül darbesiyle egemenler yasalardaki "boşluğu" doldurmakta gecikmediler ve çıkardıkları 2932 sayılı yasayla Türkçe dışında herhangi bir başka dil kullanmayı yasakladı. Ancak bu yasa pratikte işe yaramadı. Milyonlarca insan kendi anadilini büyük bedeller ödemek pahasına konuşmaya devam etti, yine büyük bedeller pahasına Kürtçe yayınlar yapılmaya devam edildi. Buna uluslararası alandaki baskılar da eklenince, Kürt halkının büyük direnişi sayesinde 25 Ocak 1991'de Kürtçe konuşmayı, hatta şarkı söylemeyi yasaklayan ve faşizmi aratmayan bu yasa yürürlükten kaldırıldı.
Ancak bu yasanın yürürlükten kaldırılmasının sadece lafta kaldığı, yine 1991 yılının sonlarında açık bir şekilde ortaya çıktı. SHP milletvekilleri Leyla Zana, Orhan Doğan, Hatip Dicle meclis açılışındaki yemin töreninde Kürtçe konuştukları için dokunulmazlıkları hiçe sayılarak mecliste gözaltına alındılar, yıllarca hapis yatmak zorunda kaldılar.
1990'lı yıllarda Kürtçe üzerindeki baskılar inanılmaz boyutlara ulaştı. Kürtçe bir yayın yapabilmek neredeyse imkânsız gibiydi; en azından ağır işkencelerden geçmeyi göze almak gerekiyordu. Her şeye rağmen Kürtler kendi yayınlarını çıkarmaya devam ettiler. Kürt sanatçılar üzerinde de büyük baskılar uygulandı. Kürt sanatçı Ahmet Kaya, 1999 yılında Magazin Gazeteciler Derneği'nin gecesinde Kürtçe şarkı söyleyeceğini ve klip çekeceğini açıklaması üzerine linç edilme tehlikesi atlattı. Ahmet Kaya aleyhinde büyük bir kampanya başlatıldı ve Kaya hayatının son iki yılını sürgünde geçirmek zorunda kaldı.
Milyonların konuştuğu bir dil olan Kürtçe, aradan geçen yıllar boyunca baskı altında olmaya devam etti. Son olarak KCK davası adıyla başlatılan sindirme operasyonunda, KCK üyesi olmakla suçlanan belediye başkanları savunmalarını Kürtçe yapmakta ısrar ettiler. Başkanların güçlü direnişi karşısında hakimler ne yapacaklarını şaşırdılar, kimisi kayıtlara "anlaşılamayan bir dil..." yazdırırken, kimi tercüman aracılığıyla savunmaları Kürtçe almayı kabul etti.
Anadil gibi en temel insan haklarından olan bir hakkın özgürce kullanılamaması, Türkiye'nin giderek kabaran insanlık suçları listesinin üst sıralarında bulunuyor.
Yorumlar
Yorum Gönder